29 Şubat 2012 Çarşamba

Kırmızı Kitap değişti ama millî güvenlik kitabındaki tehditler aynı





İLYAS KOÇ İSTANBUL 31.12.2010

Kamuoyunda Kırmızı Kitap ve gizli anayasa olarak bilinen Milli Güvenlik Siyaset Belgesi, geçen ay önemli bir değişimden geçti.

Daha önce düşman tanımı içinde yer aldığı ileri sürülen Yunanistan, İran ve Suriye bu kapsamdan çıkarıldı. Vatandaşı iç tehdit olarak gören irtica kavramı da Kırmızı Kitap'ın dışında kaldı. Yerine 'silahlı şiddet yanlısı' gibi somut ifadeler konuldu. Ancak söz konusu tarihi değişim liselerde okutulan milli güvenlik bilgisi ders kitaplarına hâlâ yansıtılmadı. "Türkiye'nin Konumu ve Çevre Ülkelerle İlişkiler" başlığı altında adı geçen ülkeler hâlâ dış tehdit olarak sunuluyor. İsrail'le ilişkilerin ise 'son dönemde karşılıklı yarar temelinde siyasi, ekonomik, bilimsel ve askeri alanlarda çok yönlü bir gelişme gösterdiği' vurgulanıyor. "Türkiye'ye Yönelik Tehditler" bölümünde de uzun uzun irticai faaliyetlerden bahsediliyor ve bunun ülke için büyük bir teh-dit olduğu yazıyor. Milli Güvenlik Siyaset Belgesi'ndeki (MGSB) dış tehditler bölümünün, 'komşularla sıfır problem' çerçevesinde yeniden düzenlendiği iddia edilmişti. Buna göre, Yunanistan, İran ve Suriye'nin Türkiye için öncelikli tehdit olmaktan çıktığı belirtilmişti. İsrail'in de dış tehdit olarak gösterildiği öne sürülmüştü. Liselerde okutulan milli güvenlik bilgisi ders kitabındaki bilgilerle Kırmızı Kitap'ın içeriğinin çelişmesi, kitabın güncel gelişmeler ışığında yeniden yazılması gerektiği iddialarını gündeme getirdi.

Milli güvenlik bilgisi ders kitabının dördüncü bölümünde, Türkiye'nin komşuları ile olan ilişkileri tek tek ele alınıyor. Yunanistan'la ilgili kıta sahanlığı ve hava sahası sorunlarına, Fener Rum Patrikhanesi ve Heybeliada Ruhban Okulu meselesi gibi sorunlara değiniliyor. Kırmızı Kitap'ta ise Yunanistan'la yaşanan karasuları sorununun öncelikli tehdit olmadığı ve iki ülke arasındaki işbirliğinin vurgulandığı iddia ediliyor.
İran'la ilgili olarak, "Türkiye'nin Batı Bloğu içinde yer alması, Türki-ye'nin İran-Irak savaşında izlediği tarafsızlık politikası, İran'ın ülkemizi, 'devrim ihraç politikası' içeri-sinde görmesi gibi sorunlar iki ülke arasındaki yaşanmış temel sorunların kaynağını oluşturmaktadır." değer-lendirmeleri yapılıyor. Kırmızı Kitap'ın son halinde, İran'ın geç-mişteki gibi büyük bir tehdit olarak görülmediği öne sürülüyor.

Kitapta İsrail ile ilişkilerin yer aldığı bilgiler de güncellenmedi. Türkiye-İsrail ilişkilerinin son dönemde karşılıklı yarar temelinde, her alanda çok yönlü bir gelişme gösterdiği işlenen kitapta, "Bölgedeki şartların normalleşmesi durumunda, İsrail ile mevcut işbirliğimizin, Ortadoğu'daki diğer ülkeler için de örnek teşkil edeceğine inanılmaktadır." ifadeleri yer alıyor. Oysa Milli Güvenlik Siyaset Belgesi'nden sızan bilgilerde İsrail'in bölgede silahlanma yarışına girmesinin Türkiye'nin güvenliğini tehdit ettiği iddia edilmişti.

İrtica da hâlâ ders kitabında

Milli güvenlik bilgisi kitabının "Türkiye'ye Yönelik Tehditler" alt başlığında uzun uzun irticaî faaliyetlerden bahsediliyor ve bunun Türkiye için büyük bir tehdit olduğu vurgulanıyor. Oysa Kırmızı Kitap'ta "irticai faaliyetler" gibi soyut kavramlar yeniden tanımlanıp somutlaştırıldığı ve "irtica" kavramının çıkarılarak yerine 'silahlı şiddet yanlısı terör örgütlerinin' konulduğu öne sürülüyor.



AB, CHP’li Vekili yalanladı: Hutbeden ayet çıkarılmasını istemedik, istemeyiz!




İLYAS KOÇ ANKARA 17.12.2011

Avrupa Birliği, CHP Milletvekili İhsan Özkes'in "AB istedi, hutbelerden ayet çıkarıldı." yönündeki iddiaları net bir dille yalanladı. Konu ile ilgili açıklama yapan AB Komisyonu, "Haberler tamamen gerçek dışıdır." ifadesini kullandı.

AB Komisyonu'nun Genişleme ve Komşuluk Politikası'ndan sorumlu Komiseri Stefan Füle'nin sözcüsü Peter Stano, AB'nin dinî inançlara müdahale etmediği gibi; din, vicdan ve düşünce hürriyetini teminat altına almaya çabaladığına işaret etti. Stano'nun yaptığı açıklama şu şekilde: "Söz konusu haberler tamamen gerçek dışıdır. AB dinî inançlara müdahale etmez. Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi ve Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi içtihatları çerçevesinde düşünce, vicdan ve dinî hürriyetleri teminat altına almaya çabalar."

2006 yılında çıkarılan 'Hutbe nasıl hazırlanır?' kılavuzunda konunun yer aldığını belirten Diyanet İşleri Başkanlığı Basın ve Halkla İlişkiler Müşavirliği, şu bilgileri verdi: "Daha önce her hutbenin sonunda Âl-i İmran Sûresi'nin 19. ayeti okunurdu. Bu kılavuzda örnek hutbe metinleri yer alıyor ve Âl-i İmran Sûresi'nin yerine bir hadis-i şerif konuluyor. Kılavuzda 'Âl-i İmran Sûresi kesinlikle okunmayacak, mecburi bu hadis-i şerif okunacak' gibi bir madde yok."

Türk basınında çıkan haberlerde CHP İstanbul Milletvekili ve eski Üsküdar Müftüsü İhsan Özkes, cuma hutbelerinde okunan "Allah katında geçerli din İslam'dır." ayetinin AB'nin talepleri çerçevesinde metinlerden çıkarıldığını iddia etmişti. Özkes'in iddiası, Diyanet İşleri Başkanlığı tarafından 5 yıl önce yayınlanan bir tekziple yalanlanmıştı. 30 Nisan 2006 tarihinde konu ile ilgili yayınlanan tekzipte şu ifadeler yer almıştı: "Diyanet İşleri Başkanlığı'na yapılabilecek en büyük bühtan ve en büyük iftira, herhangi bir sebeple Yüce Kitab'ımızın bir ayetine rezerv koyduğunu, gizlediğini söylemektir. Zira Allah katında hak dinin İslam olduğunu söylemek ve bu doğrultuda hizmet vermek, Diyanet İşleri Başkanlığı'nın varlık sebebidir. Bir kimsenin din, dinî değerler ve halkımızın dinî duyarlılıkları üzerinden siyaset yapması, en azından savunduğunu ileri sürdüğü dine karşı yapılabilecek en büyük saygısızlıktır."

AYETİ, İSTEYEN İMAMLAR OKUYABİLİR

Açıklamada, dönemin Diyanet İşleri Başkanı Ali Bardakoğlu'nun ise "Hiç kimse bizim hutbelerimize karışma hakkına sahip değil. Hutbelerimizi biz dinin ana kaynaklarına dayalı olarak özgürce hazırlıyoruz. Hutbelerimize, ne siyasetçiler, ne devlet adamları ne de Avrupa Birliği müdahale edebilir." dediğine dikkat çekildi. O dönem Diyanet İşleri başkan yardımcısı olan Diyanet İşleri Başkanı Mehmet Görmez ise katıldığı bir televizyon programında söz konusu ayetin 'Diyanet'in varlık sebebi' olduğunu vurguladı. Bu konuda Avrupa Birliği ya da ABD'nin baskısının olamayacağını savunan Görmez, bu ayetin istendiği takdirde imamlar tarafından okunabileceğini de kaydetti.





Vatikan'a tur varsa Kâbe'ye de olabilir





İLYAS KOÇ ANKARA 12.01.2012

Yarıyıl tatilinde 3 bin öğrencinin umreye gitmesine yönelik eleştirilere, Diyanet İşleri Başkanı Mehmet Görmez cevap verdi. Tepkileri anlamakta zorlandığını belirten Görmez, "Bizi eleştirenlere, yarıyıl tatillerinde İspanya, İtalya ve Almanya'dan Vatikan'a ne kadar öğrenci turunun düzenlendiğini gidip izlemelerini tavsiye ederim." dedi.

Diyanet İşleri Başkanı Mehmet Görmez, öğrencilerin umre dönemine denk gelen yarıyıl tatilinde kutsal topraklara götürülmesine yönelik eleştirilere son noktayı koydu. Programı eleştirenlerin yarıyıl tatillerinde çeşitli ülkelerden Vatikan'a düzenlenen turları gidip izlemeleri tavsiyesinde bulunan Görmez, "Müslüman bir ülkede Müslüman bir gencin, Müslümanların kıblesi olan Kâbe'yi, sevgili Peygamberimiz'in doğup büyüdüğü yerleri görme arzusuna Diyanet İşleri Başkanlığı'nın öncülük ve rehberlik yapması kadar tabii bir şey olamaz." diye konuştu.
Diyanet İşleri Başkanı Mehmet Görmez, Filistin Gazze Yönetimi Vakıflar ve Din İşleri Bakanı Salih H.S. Algered ve beraberindeki heyeti başkanlık binasında kabul etti. Basına kapalı gerçekleşen görüşmenin ardından Görmez ve Algered, gazetecilere açıklama yaptı.

Umre organizasyonunun her sene yapıldığını kaydeden Görmez, şöyle konuştu: "Şubat tatilinde bazı öğretmenler, öğrencileri ile birlikte talip oluyorlardı. Ama bugüne kadar bu mümkün olmadı. Çünkü şubat tatili ilk defa umre dönemine denk geliyor. Dolayısı ile Diyanet'in buna rehberlik yapması, bu ihtiyaca karşılık vermesi kadar tabii bir şey olamaz. Bunu açıkça ifade etmek istiyorum. Bu konuyu eleştiren dostlarımıza, yarıyıl tatillerinde İspanya'dan, İtalya'dan, Almanya'dan Vatikan'a ne kadar öğrenci turlarının düzenlendiğini gidip izlemelerini tavsiye ederim." Görmez, umre organizasyonunun henüz ilkokulda okuyan, reşit olmayan çocuklara yönelik bir tur gibi gösterilmesinin kendisini üzdüğünü söyledi. Bu talebin öncelikle imam hatip liselerinden geldiğini ifade ederek, "Ancak başka liselerden de öğrenciler kendi aralarında birleşerek, bunlar daha çok lise öğrencileri ya da anne-babalar yarıyıl tatilinde umreye gitmek istediklerini, ilk defa çocuklarının tatiline denk geldiği için çocukları ile gitmek istediklerini ifade ettiler." şeklinde konuştu.

CHP'li Milletvekili İhsan Özkes'in, Diyanet'in hac organizasyonları ve umre programlarından çekilmesi gerektiği yönündeki sözlerinin hatırlatılması üzerine Görmez şu cevabı verdi: "Hac ve umre birer ibadettir. Salt birer seyahat ve ticaret değildir. İbadetlere rehberlik yapmak da kanunlarla Diyanet'e verilmiştir. Dolayısı ile camileri, namazları başkaları rehberlik yapsın demek neyse, hac ve umre de tamamen Diyanet'ten alınsın, bir seyahat sayılsın demek odur."



Balyoz Davası_Balyoz'un inkar edilecek hali kalmadı





İLYAS KOÇ İSTANBUL 21.01.2011

Gölcük Donanma Komutanlığı'nda yapılan aramada ele geçirilen Balyoz darbe planına ilişkin belgeler tartışmalara son noktayı koydu.
Tespit tutanaklarında Balyoz'un seminer olarak kalmadığını ve darbe planının uygulamaya geçtiğini vurgulayan savcılar, dosyaya eklenen yeni delilleri buna dayanak olarak gösterdi. Balyoz Harekât Planı'ndaki söylemlerin 1. Ordu Komutanlığı'nın yazışmalarına yansıdığını belirten savcılar, 25 Aralık 2002 tarihli 'gizli' belgenin 15'inci Kolordu Komutanlığı tarafından Lojistik Destek Komutanlığı'na, ilçe komutanlıklarına ve EMASYA Tali Bölge Komutanlığı'na gönderildiğini tespit etti. Dönemin 1. Ordu Komutanı Çetin Doğan'ın 20 Aralık 2002'deki konuşmasının da bu çerçevede olduğuna dikkat çekiliyor. Donanma'da ele geçirilen 43 klasör belge, darbenin en ince ayrıntısına kadar planlandığını da gözler önüne seriyor. Toplum kesimlerine adam sızdıran, tutuklanacak muhalif paşaları tek tek not eden cunta, PKK'yı kullanmayı da ihmal etmemiş. Yaptırılacak eylemlere PKK süsü verilmesi bunlardan en dikkat çekeni. Beyazıt ve Fatih camilerinin bombalanmasının ayrıntılarına yer verilen yeni delillerde, cephane gömmek için Poyrazköy'de keşif yapıldığı da ayrıntılarıyla anlatılıyor.

Donanma'daki Balyoz belgeleri böyle bulundu

Özel Yetkili Cumhuriyet Savcısı Fikret Seçen ile Savcı Ali Haydar'ın, 6 Aralık 2010'da Gölcük'teki Donanma Komutanlığı'nda yaptığı aramanın kamera kayıtları ortaya çıktı. Görüntülerde, Savcı Seçen'in talimatıyla İstihbarat Binbaşı Kemalettin Yakar'ın odasının zemin karolarının kaldırıldığı görülüyor. Vantuzla çekilen karoların altından çöp poşetleri içinde özenle saklanmış belge ve malzemeler çıkarılıyor. Askerî yetkililerin de hazır bulunduğu aramada ele geçirilen deliller, bir deniz yarbay tarafından tek tek tutanağa kaydediliyor.

Gölcük'teki aramalar kayıt altına alınmış

Özel Yetkili Cumhuriyet Savcısı Fikret Seçen ile Savcı Ali Haydar'ın, 6 Aralık'ta Gölcük'teki Donanma Komutanlığı'nda yaptıkları aramanın kamera kayıtları ortaya çıktı. Bir ihbar üzerine İstihbarat Binbaşı Kemalettin Yakar'ın odasında saatler süren aramalar yapılmıştı. Görüntülerde zemin karolarının Fikret Seçen'in talimatıyla kaldırıldığı görülüyor. Vantuzla çekilen yaklaşık yirmi karonun altından çöp poşetleri içinde özenle saklanmış belge ve malzemeler çıkarılıyor. Askeri yetkililerin de hazır bulunduğu tespitler sırasında ele geçirilen malzemelerin envanteri çıkarılarak tutanaklara geçiriliyor. Bulunan tüm belgeler bir deniz yarbay tarafından tutanağa tek tek kaydediliyor. Arama baştan sona askerler tarafından da videoya kaydediliyor. Fikret Seçen'in aramayı yönlendirerek, zaman zaman bizzat karoların altını kendisinin de kontrol ettiği görülüyor. Belge ve malzemeler çuvallara konulmadan önce üzerinde parmak izi incelemesi yapılıyor. Ele geçirilen belgelerin tasnif işlemi tamamlandıktan sonra mühürlenen çuvallar, Özel Yetkili Cumhuriyet Savcı Fikret Seçen'e teslim ediliyor.

Balyoz'un ilk hedefi amiraller

Balyoz darbe planını hazırlayanların, planın uygulanmasına karşı çıkacak amirallerin tevkif edilmesi yönünde karar aldıkları ortaya çıktı. Gölcük Donanma Komutanlığı'nda ele geçirilen belgelerde yer alan belgelere göre Ocak 2003'te Deniz Kuvvetleri Komutanı Özden Örnek imzalı kararda, Suga Harekat Planı'nın icrasına engel olmak isteyen komutanların tutuklanması planlanmış. Bu generalleri etkisiz hale getirecek subayların bile listesi hazır. Belgede belirlenen personele yeminli muhtıra imzalatılması maddesi göze çarpıyor. Ayrıca, bir amirale iki kişi düşecek şekilde tevkif personel ataması emri veriliyor. Tevkif için görevlendirilen personele kendi silahı dışında ateş ve mermi gücü yüksek bir silah daha tahsis edilmesi öngörülüyor.
Deniz Kurmay Kıdemli Albay Ramazan Cem Gürdeniz tarafından hazırlanan 'Hassas Liste'de Ankara, İzmir ve İstanbul'dan toplam 16 amiralin ismi geçiyor. 21 Ocak 2003 tarihinde de Harekat Başkanı Tümamiral Feyyaz Öğütçü imzalı çıkan emir gereğince amiralleri tevkif edecek personel belirleniyor. Listede Ankara'dan; Oramiral H. Bülent Alpkaya, Koramiral Metin Ataç, Koramiral Eşref Uğur Yiğit, Tümamiral U. Ömer Esentürk, Tümamiral Engin Heper, Tuğamiral Necati Kurt, Tuğamiral H. Ömer Akdağlı yer alıyor. İzmir'den: Koramiral Yener Karahanoğlu, Tuğamiral Nusret Güner, Tuğamiral Bülent Bostanoğlu, Tuğamiral Ahmet Aksoy, Tuğamiral Ahmet Şenol, Tuğamiral Hüseyin Çiftçi bulunurken İstanbul'dan ise Koramiral Altaç Atılan, Tümamiral O. Metin Açımuz, Tümamiral E. Murat Bilgel'in tevkif edilecek komutanlar olduğu bildiriliyor.
Listede yer alan emekli Oramiral Metin Ataç ile Deniz Kuvvetleri Komutanı Eşref Uğur Yiğit, "Amirallere suikast davası" kapsamında yargılanan teğmenlerin hedefindeki isimler olduğu iddia ediliyor. Kocaeli'nde teğmenlerin evinde patlayıcılarla birlikte ele geçirilen bir notta Yiğit ve Ataç'a suikast yapılacağına ilişkin bilgiler yer alıyordu.



Balyoz Davası_Cephane için Poyrazköy'de keşif





İLYAS KOÇ İSTANBUL 21.01.2011

'Balyoz' kod adlı darbe planı davasının önceki gün avukatlara dağıtılan ek klasörlerinde Poyrazköy'de ele geçirilen cephaneliklerle ilgili bir ayrıntı dikkat çekiyor. Belgede Poyrazköy davasının sanıkları arasında bulunan Koramiral Kadir Sağdıç'ın imzası var. Deniz Kurmay Kıdemli Albay Ali Türkşen'e gönderilen belgede, Poyrazköy'ün de dahil olduğu bazı bölgelerdeki arazilerin toprak yapısına ilişkin derin bir tahkikat yapılması isteniyor. Şöyle deniliyor: "Beykoz bölgesinde bulunan Anadolu Kavağı, Poyrazköy ve Riva mevkilerinde arazi yapısına ilişkin aşağıda belirtilen hususlar ışığında bir inceleme yapılacaktır. Yapılacak araştırmada titiz davranılacak ve icra edilecek bir faaliyette mevkiin kullanılabileceği faraziyesi ile meseleye tesir eden tüm hususlar belirlenecektir. İncelemede görevlendirilecek personelin en güvenilir personelden seçilmesi sağlanacak, incelemenin tüm safhalarında gizlilik ön planda tutulacak ve bilmesi gereken prensibine riayet edilecektir."
Yapılacak incelemede dikkat edilecek hususlar arasında, arazideki toprak yapısı, arazinin örtü ve gizlenmeye uygunluğu, arazinin sel ve yağışlardan etkilenme durumu, çevrede başıboş köpek veya yabani hayvanların bulunup bulunmadığı, arazinin yol/patikalara yakınlığı, araziden kara, deniz ve hava vasıtalarına malzeme transferi yapılması durumu, bölgeye yakın TSK birlikleri ve kamu kuruluşları gibi konuların tespit edilmesi isteniliyor. Deniz Kurmay Kıdemli Albay Ali Türkşen'in cevabi yazısı da ek klasörlere girmiş.

EN UYGUN YER KEÇİLİK MEVKİİ

'Kadir Sağdıç paşa-arazi' adlı dosyada, Albay Ali Türkşen imzalı belgede, şu ifadeler kullanılıyor: "Sayın komutanım, Anadolu Kavağı ve Riva bölgelerinde emrettiğiniz hususlara azami önem ve titizlik gösterilerek bir çalışma yapılmıştır. (...) Sonuç olarak yapılan inceleme neticesinde, icra edilecek faaliyet/faaliyetler için kullanılabilecek en uygun yerin Anadolu Kavağı bölgesindeki 'Keçilik' mevkiinin olacağı kıymetlendirilmektedir."
Keçilik'in neden uygun olduğu şöyle anlatılıyor: "Anadolu Kavağı Keçilik olumlu özellikler: Tam kontrollü bölge, sivillere kapalı. Kazı için yumuşak zemin. SAT cephaneliğinin vadi içinde olması. Mevkii noktalarının sürekli gözle kontrol imkânı. SAT otoparkına yakın olduğundan nakliye kolaylığı..."
21 Nisan 2009'da Poyrazköy Keçilik mevkiinde yapılan kazılarda 15'i dolu 22 LAW silahı, 14 el bombası, 24 el bombası fünyesi, 450 gram C3 patlayıcı madde, 7 hakem bombası, 3 gösteri bombası, 5 bubi tuzağı, 3 bin 17 adet çeşitli çapta fişek ve bol miktarda askerî mühimmat ele geçirilmişti. Dönemin Genelkurmay Başkanı İlker Başbuğ, LAW'ları 'içi boş boru' olarak tanımlamış ve söz konusu bölgenin sivillere açık olduğunu savunmuştu.




'Amirallere suikast' zanlısı teğmenler özel seçilmiş

'Balyoz' darbesini planlayan-lar istifade edecekleri Deniz Hap Okulu öğrencilerini de tek tek belirlemiş. Söz konusu bilgi, altında Kurmay Başkanı Tümamiral Deniz Cora'nın adının olduğu ve Deniz Eğitim ve Öğretim Komutanlığı'na gönderilmiş bir belgede ortaya çıktı. Belgede adı geçen ve özel olarak seçilip ilerisi için yetiştirilmesi uygun görülen öğrencilerin, adı 'amirallere suikast' soruşturmasında da geçiyor. Belgede "Aşağıda açık kimlikleri belirtilen öğrencilerle Deniz Harp Okulu'nda öğrenim gördükleri süre zarfında ilgilenilmesi ve yönlendirilmesi faaliyetlerine önceki dönemlerde olduğu gibi devam edilmesi gerekmektedir. Bahse konu öğrencilere verilecek görevlere yönelik kabiliyetlerinin tespiti ve ünsiyetlerinin artırılması maksadıyla istihbarat görevleri verilebilecektir." ifadeleri yer alıyor.

Listede adı geçen öğrencilerden Sinan Efe Noyan, Faruk Akın ve Alperen Erdoğan 21 Temmuz 2009'da Gölcük'te eski Deniz Kuvvetleri Komutanı emekli Oramiral Metin Ataç ve şu anki Deniz Kuvvetleri Komutanı Oramiral Eşref Uğur Yiğit'e yönelik suikast girişiminde bulunmak suçlamasıyla gözaltına alınmıştı. Deniz Kuvvetleri'ndeki iki oramirale suikast düzenleyecekleri iddiasıyla tutuklanan üç teğmenin, Ergenekon tutuklusu Levent Bektaş ve iki muvazzaf albayla birlikte hareket ettiği belirlenmişti. Deniz Harp Okulu'ndan mezun olan Teğmen Faruk Akın'a diplomasını eski Genelkurmay Başkanı emekli Orgeneral İlker Başbuğ vermişti



Yetimhanenin tapusu Patrikhane'ye teslim edildi





İLYAS KOÇ İSTANBUL 30.11.2010

Fener Rum Patrikhanesi, 5 yıl aradan sonra Büyükada'daki Rum Erkek Yetimhanesi'nin tapusunu geri aldı. Tapuyu Fener Rum Patriği Bartholomeos'a ulaştıran Patrikhane'nin avukatı Cem Murat Sofuoğlu, iadeyle ilgili olarak, "Bu bir bayram değil bizim için, kaybolmuş bir hakkın dört sene sonra geri gelmesi." dedi.



Fener Rum Patrikhanesi'nin avukatı Cem Murat Sofuoğlu, teslim aldığı tapuyu Patrik Bartholomeos'a ulaştırdı. Konunun hukukun üstünlüğü ve insan hakları açısından önemli olduğunu belirten Sofuoğlu, "Bu bir bayram değil, bizim için kaybolmuş bir hakkın dört sene sonra geri gelmesidir." dedi. Adalar Asliye Hukuk Mahkemesi'nin vermiş olduğu kararın hüküm kısmında yetimhanenin "Rum Patrikhanesi adına kayıt ve tescil edilmesine" ifadeleri yer alıyor.

Bartholomeos'un "Bizden giden tapu tekrar bize döndü. Bu tapu bize Aziz Andreas'ın armağanıdır." sözlerini aktaran Sofuoğlu, iadeyi şöyle değerlendirdi: "Bu, hukukun üstünlüğü ve insan hakları açısından önemli bir başarı. Bu karar, benzer durumda olan mülkiyetlere de örnek teşkil edecek." Yetimhanenin, Çevre ve Araştırma Enstitüsü olarak düzenleneceğini belirten Sofuoğlu, buranın Dinler ve Kültürlerarası Diyalog Meclisi olarak da değerlendirilebileceğini açıkladı. Fener Rum Patrikhanesi'nin açtığı dava üzerine AİHM'nin Patrikhane'ye iadesine karar verdiği Büyükada'daki yetimhanenin tapusu Patrikhane adına tescil edildi. Avukat Cem Sofuoğlu dün sabah saat 10.15 civarında Büyükada'ya gitti. Buradan Adalar Tapu Müdürlüğü'ne geçen Sofuoğlu, AİHM'de davayı takip eden Yunanlı avukat Yannis Ktistakis tarafından karşılandı. İşlemlerin ardından iki avukat, Patrikhane adına kayıtlı tapuyu aldı.



Sofuoğlu, tapuyu aldıktan sonra gazetecilere yaptığı açıklamada, yetimhanenin 1903 yılında Rum Patrikhanesi adına tescil edildiğini, 1929'da yapılan kadastro işlemleri sırasında da yetimhanenin yine Patrikhane adına tescil edildiğini aktardı. Patrikhane'nin 5 sene önce yetimhanenin mülkiyetini kaybettiğini hatırlatan avukat, verilen hukuk mücadelesi sonrası kaybedilen hakkın geri kazanıldığını vurguladı.
Tamamen yasal bir sürecin işlediğini belirten Sofuoğlu, şöyle konuştu: "Bu bir bayram değil bizim için kaybolmuş bir hakkın dört sene sonra geri gelmesi. Çok abartılacak bir şey değil. Bir hak sahibine geri ulaşmış oldu. Tapumuzu aldık." Basın mensuplarının benzer sorunlu yerlerin durumunu hatırlatması üzerine ise şunları kaydetti: "Bozcaada'da da 3 tane gayrimenkul var. Oradaki Rum Vakfı'na ait kilise ve manastır, gayrimenkuller ve mezarlık. Aynı karar var. Yetimhaneyle ilgili karar emsal. Bu kararı o davalarda sundum. Benzer durumdaki azınlık vakıfları da bu örnek karardan faydalanacaklardır." Avukat Yannis Ktistakis de bu kararın benzer durumda olan mülkiyetler için emsal teşkil edeceğini söyledi. Ktistakis, bu davada Türk ve Yunan avukatların beraber çalışarak Avrupa'ya örnek olacak önemli bir işe imza attıklarına dikkat çekti.

'Patrikhane'nin tüzel kişiliği fiilen tanınmış oldu'

Vakıflar Genel Müdürlüğü 2005 yılında yetimhanenin Büyükada Erkek Yetimhanesi Vakfı'na devri için dava açtı. 2005 Haziran'da mülkiyeti bu vakfa devredildi. Bunun üzerine Fener Rum Patrikhanesi, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi'ne adil yargılanma, mülkiyet hakkı ve tazminat konularında dava açtı. AİHM ise Temmuz 2008'de yetimhanenin mülkiyetinin, eski sahibi Fener Rum Patrikhanesi'ne iade edilmesine karar verdi. Türkiye bu kararı temyiz etmediği için karar kesinleşti. Patrikhane, Eylül 2009'da Adalar Asliye Hukuk Mahkemesi'nde yargılamanın iadesi davası açtı. Vakıflar Genel Müdürlüğü, davaya Patrikhane'nin tüzel kişiliği olmadığı için karşı çıktı. Bu dava devam ederken 15 Haziran 2010'da AİHM, ilk verdiği kararın altını çizdi. Eylül 2009'da açılan davanın 3 Kasım 2010 tarihli duruşmasında ise davalı Vakıflar Genel Müdürlüğü, Patrikhane'nin davasını kabul etti. Bu kabule istinaden mahkeme davayı bitirdi. Tapunun tekrar Patrikhane adına tesciline karar verdi.

Patrikhane'nin avukatı Cem Murat Sofuoğlu, "Mahkeme, yetimhanenin 'Rum Patrikhanesi adına kayıt ve tesciline' hüküm vermekle Patrikhane'nin tüzel kişiliğini de tanımış oldu." dedi.




28 Şubat 2012 Salı

Yetimhane, Fener Patrikhanesi'ne iade ediliyor






İLYAS KOÇ İSTANBUL 25.11.2010 ÖZEL HABER

Dışişleri Bakanlığı, Adalet Bakanlığı'na bir yazı göndererek Büyükada'daki yetimhanenin Fener Rum Patrikhanesi'ne iade edilmesini istedi.


Büyükada Asliye Hukuk Mahkemesi ise bu gelişme üzerine Dışişleri'ne Türkiye'nin tazminat ödeyip ödemediğini sordu. Dışişleri de Adalet Bakanlığı aracılığıyla verdiği cevapta, tazminat ödenmediğini ancak "Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM) kararı uyarınca, yetimhane binasının 15 Aralık 2010'a kadar Patrikhane adına tescil edilmesi suretiyle iadesi gerektiğini" bildirdi.



Avrupa İnsan Hakları Mahke-mesi (AİHM) yaklaşık altı ay önce Türkiye'den istenen tazminat talebini reddetmiş ve yetimhanenin mülkiyetinin Rum Patrikhanesi'ne iade edilmesini kararlaştırmıştı. Kararın uygulanması için de Türkiye'ye altı ay süre verilmişti.

Adalet Bakanlığı ise Dışişleri'nden gelen değerlendirme yazısına karşılık olarak Adalar Cumhuriyet Başsavcılığı'na yazdığı metinde "Yetimhane'nin Fener Rum Patrikhanesi adına yeniden tapu siciline kaydettirilmesi haricinde bir alternatif bulunmadığı"na vurgu yapıyor. Ayrıca AİHM kararının yerine getirilmemesi durumunda konunun Delegeler Komitesi'nde gündeme getirileceği ve bu durumun da diğer devletler tarafından siyasi bir baskı aracı olarak kullanılarak ülke adına olumsuz sonuçlar doğuracağına dikkat çekiliyor. Yazıda, sorunun komite önüne götürülmeden çözülmesi gerektiği belirtilerek mahkemenin vereceği kararın ivedilikle bakanlığa iletilmesi isteniyor.



Patrikhane'nin avukatı Cem Murat Sofuoğlu Türkiye'nin ilk defa Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi'nin mülkiyet iadesi ile ilgili vermiş olduğu bir kararı iç hukuk yollarından geçirerek uyguladığını ve bir ilke imza attığını belirtiyor. Sofuoğlu, "Söz konusu kararın alınmasında iki önemli bakanlığın görüşünün ve Vakıflar Genel Meclisi kararının etkisinin olduğu tartışmasızdır. Bu durum Türkiye'nin imzalamış olduğu uluslararası sözleşmelere ve taahhütlere bağlı kaldığı ve uluslararası hukukun temeli olan 'ahde vefa' ilkesini hayata geçirdiğinin güzel bir örneğidir." şeklinde konuşuyor.
Strasbourg'daki Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi'nin Türkiye aleyhindeki kararını açıklamasının ardından toplanan Vakıflar Genel Meclisi, devrin Patrikhane'ye değil de Büyükada Rum Erkek Yetimhanesi'nin vakfına yapılması için direnmişti. Ancak Meclis, kesinleşen kararın uygulanması ve devrin Fener Rum Patrikhanesi'ne yapılması için oybirliğiyle karar alarak Dışişleri'ne bir yazı göndermişti. AİHM'den kazanılan davalarda böylece ilk kez vakıf yerine, dini bir cemaate tapu devri yapılması için karar alınmış oldu. Tapu önümüzdeki hafta pazartesi günü Balat'taki Fener Rum Patrikhanesi'nin tüzel kişiliğine devredilecek.



Gazete okuru, Türk-Kürt ayrışmasına inanmıyor





İLYAS KOÇ İSTANBUL 10.02.2011

Doç. Dr. Zeynep Karahan Uslu, Türk-Kürt ilişkisini gazete okurluğu temelinde inceleyen önemli bir araştırma yaptı. Zaman, Hürriyet ve Cumhuriyet Gazetesi okurları üzerinde yapılan anket, tartışmaların aksine Türkiye'de etnik kimlik ayrışmasının yükselmediğini ortaya koydu.

Türkler ile Kürtler arasındaki sosyal mesafeyi ölçmek ve farklı gazete okurları arasında tutum farklarını göstermek amacıyla yapılan araştırmadan önemli sonuçlar çıktı. Doç. Dr. Zeynep Karahan Uslu'nun gerçekleştirdiği araştırma, 829 okurun katılımıyla Mart 2010 döneminde gerçekleştirildi. Araştırma, son dönemdeki tartışmaların aksine Türkiye'de etnik kimlik ayrışmasının yükselmediği sonucunu ortaya koydu. Anket, okurların, Kürt sorununun demokrasi ve insan haklarının iyileştirilmesiyle çözüleceğine inandığını gösterdi.





Zaman, Hürriyet ve Cumhuriyet Gazetesi okurlarının etnik kimliklere ilişkin tavırlarını ölçen araştırma, 'Kırılan Kalıplar 2: Kültürlerarası İletişim, Çokkültürlülük' adıyla kitap olarak yayımlandı. Araştırmada, okurlara sorulan sorular 5 üzerinden değerlendirildi. Buna göre "Kürtlerle Türkler bin yıldır kardeştir" ifadesi Zaman Gazetesi okurları tarafından net bir şekilde kabul gördü. Aynı soru için Hürriyet ve Cumhuriyet Gazetesi okurları kabule yakın görüş sundu. Yine "Az sayıda bölücü örgüt üyesi dışında Kürtler Türkiye'ye sadıktır" görüşü Zaman okurlarınca desteklenirken diğer iki gazete okurlarının kanaatleri kabul ile ret arasında değişti. "Kürt sorununun çözümü için ekonomik ve sosyal iyileştirmelerin yanı sıra demokrasi ve insan hakları konusunda da adımlar atılmalıdır" görüşüne en güçlü desteği Zaman okuru verdi. Cumhuriyet ve Hürriyet okuru da bu görüşe katıldı.

Araştırmada, Kürtlere yönelik olumlu siyasal tutumu en fazla sahiplenen Zaman okuru oldu. Doç. Dr. Zeynep Karahan Uslu, bu durumu, Zaman Gazetesi'nin çokkültürlülüğü destekleyen bir yayın politikası içinde olmasına bağlıyor. Bu bağlamda Zaman'ın, ilettiği mesajların niteliğinin etkili olduğunu vurguluyor: "Araştırma, Türklerin Kürtlere yönelik sosyal mesafe düzeyini tespite yönelerek toplumun nereye evrilebileceğine dair bir fotoğraf çekiyor."
Çalışmada 'Kürt kimlikli biriyle yakın dost olma' fikri Zaman okuru (4,06) tarafından
desteklenirken, Hürriyet (3,81) ve Cumhuriyet (3,90) okurları tarafından da benimseniyor. 'Bir Kürt'ü evimde misafir edebilirim' ifadesine Zaman okuru (4,09) katılırken, Cumhuriyet (3,93) ve Hürriyet (3,88) okurları daha mesafeli yaklaşıyor. "Kürtler Türkiye'nin ayrılmaz parçasıdır" görüşünü, Zaman (3,90) ve Cumhuriyet okurları (3,81) benimserken Hürriyet okuru (3,54) kanaate yakın duruyor. "Bir Kürt'ün, yaşadığım ilin belediye başkanı olmasından rahatsız olmam" ifadesi Zaman okurlarınca (3,54) kabule yakın ancak Cumhuriyet (3,24) ve Hürriyet okuru (3,12) tarafından nötr düzeyde kalıyor.

Ankette gazetelerin okunurluk oranları da belirlendi. Buna göre muhafazakâr/sağ değerlere sahip yayın organı olarak kabul gören Zaman'ın oranı yüzde 36,8. Merkez basın olarak tanımlanan Hürriyet okurluğu yüzde 37,3, ulusalcı/sol çizgide konumlanan Cumhuriyet okurluğu ise yüzdesi 25,9. Her gün okunma oranında Zaman yüzde 50,2 ile ilk sırada. Cumhuriyet yüzde 34,4 ve Hürriyet yüzde 35,3'lük bir düzeyde. 'Sıklıkla' okunma oranlarına bakıldığında ise Cumhuriyet yüzde 65,6 ile en yüksek değere sahip. Onu Hürriyet (64,7) ve Zaman (49,8) takip ediyor.



Okur, Zaman'ın tarafsızlığına inanıyor

Araştırmanın bir diğer konusu ise okurların, gazetelerinin Kürtlerle ilgili yayın politikasını nasıl bulduğuna ilişkin. Bu çerçevede Zaman (3,44), Cumhuriyet (3,31) ve Hürriyet okurları (3,12), gazetelerinin Kürtlerle ilgili haber ve yorumları tarafsız verme eğiliminde olduğunu düşünüyor. Doç. Dr. Uslu'ya göre okur, gazetelerdeki haber ve yorumlar aracılığıyla bilgileniyor ancak gazetesinin Kürtlere yönelik yaklaşımıyla paralel tercihlerde bulunmuyor.



Farklılıklar değil, demokratik haklar önde

Doç. Dr. Zeynep Karahan Uslu, Türkiye'de yıllarca tüm kimliklerin adeta bir 'eritme tavasına' konulduğunu vurguluyor. Uslu'ya göre bugün, toplumdaki her unsurun, demokratik hak taleplerinin inkâr edilmesine gerek kalmaksızın özgürce yer aldığı bir toplum yapısına yöneliniyor. Uslu, araştırmasında farklı gazete okurları nezdinde Kürt kimliğine yönelik düşmanca refleksler tespit edilmediğini söylüyor.






Kerbela, hem Alevilerin hem de Sünnilerin ortak acısı





İLYAS KOÇ ANKARA 06.12.2011

Hazreti Hüseyin ve 72 yareni, Kerbela'da şehit edilişlerinin 1372. yıldönümünde anılıyor. Anadolu Alevi Bektaşi Federasyonu'nun pazar akşamı Ankara'da düzenlediği 'Muharrem Matemi, Kerbela Şehitlerini Anma ve Oruç Açma Programı' Alevi ve Sünni Müslümanları bir araya getirdi.

Geceyi değerlendiren Anadolu Alevi Bektaşi Federasyonu Başkanı Cengiz Hortoğlu, gecenin Alevi-Sünni kardeşliği adına önemli mesajlar içerdiğini söyledi. Geceyi tertip ederken Türkiye'de birlik, beraberlik ve kardeşlik duygularını geliştirmek amacına hizmet etmeyi arzu ettiklerini belirten Hortoğlu, Alevi ve Sünnilerin katıldığı Kerbela gecesinin birlik, beraberlik ve kardeşlik duygularını perçinlediğini söyledi. Hortoğlu, "Kerbela bizim ortak acımız. Ehlisünnet kardeşlerimiz bu davetten ve programdan çok memnun kaldılar. Önemli olan da bu acıyı ortak bir şekilde hissetmek." diye konuştu. Kerbela'nın Allah'a ve Peygamber'e iman etmiş olan bütün Müslümanların ortak acısı olduğunu belirten Hortoğlu, "Bu ortaklığı vurgulamak için, geceye tüm siyasi partileri, Alevi dedelerini, canları ve ehlisünnet kardeşlerimizi davet ettik." dedi.

Diyanet'in Kerbela açılımı çok önemli

Diyanet İşleri Başkanlığı'nın 87 yıl sonra Kerbela programını yapmasını çok önemsediğini belirtti. Kerbela'nın yıllarca ihmal edilmesine bir anlam veremediğini vurguladı. "Maalesef korku ve vesveseler üzerinden ilişkimizi belirlediğimiz için uzun yıllar ihmal yaşandı. Geçmişte cemevlerine Alevi olmayan, can olmayanları almazdık. Ancak şimdi bizi anlamaya çalışan insanları cemevlerine davet ediyoruz. Bu sayede aradaki korku ve vesveseleri bertaraf etmeye çalışıyoruz." diye konuştu. Hortoğlu, muharrem ayının aynı zamanda bir aşure ayı olduğunu belirterek Alevi-Sünni kardeşliğini şu örnekle açıkladı: "Aşure esasında bir demokrasi yemeğidir. Özelliği şu, birbiriyle ilintili olmayan ceviz, üzüm, incir gibi gıdalar aynı kazanda ortak bir yemeğe dönüşebiliyor. Aşure yemeğinde bütün gıdalar aynı kalıyor. Ama ortaya çok güzel bir tat çıkıyor. Aynı bu şekilde ehlisünnet kardeşlerimizle farklılıklarımız olduğu kadar aynılıklarımız da var. Bunlar bizim Allah'a, Peygamber'e, Kur'an'a olan inancımız."
Yeni anayasa sürecine de değinen Hortoğlu, Alevi toplumunun vesayetten uzak bütün toplum katmanlarını kucaklayan, özellikle inanç özgürlüklerinin kapsamının genişletildiği özgürlükçü bir anayasa talep ettiğini söyledi

Sigara satışı yüzde 14 düştü kaçak tüketimi hızla artıyor




İLYAS KOÇ ANKARA 31.12.2011

Tütün ve Alkol Piyasası Düzenleme Kurulu (TAPDK) verilerine göre sigara satışları, 2010 yılında bir önceki seneye göre yüzde 14 azaldı. Ancak bu düşüşün tamamı 'Tam Dumansız Hava Sahası' uygulamalarından dolayı değil. TAPDK yetkilileri, sigara satışlarının adet ve paket miktarındaki düşüşleri, kaçakçılığın artmasının bir göstergesi olarak değerlendiriyor.

Sigara ile mücadelede dünyaya örnek olacak uygulamaları bir bir hayata geçiren Türkiye, Tam Dumansız Hava Sahası uygulaması ile bütün kapalı mekânlarda sigara içimine yasak getirdi. Uygulamanın hayata geçmesinden itibaren sigara satışlarında paket ve adet olarak büyük bir düşüş gözlendi. Dünya Sağlık Örgütü'nün verilerine göre sigara satışlarındaki düşüş dünyada yüzde 3 iken Türkiye'de yüzde 14 olarak gerçekleşti. Ancak TAPDK yetkilileri, bu düşüşün sigara kaçakçılığının artışı ile paralel olarak değerlendirilmesi gerektiğini belirtiyor.

Satışların azaldığı listenin ilk sıralarında kaçakçılık faaliyetlerinin yoğun olarak yapıldığı doğu ve güneydoğu illeri var. TAPDK verilerine göre listenin ilk sırasında yer alan Kilis'te 2010 yılında bir önceki yıla göre yüzde 63'lük bir düşüş var. Listenin devamında yer alan illerde Ağrı'da yüzde 52, Şanlıurfa'da yüzde 49, Mardin'de yüzde 48, Gaziantep'te yüzde 47, Diyarbakır'da ise yüzde 43'lük bir azalma var. İstanbul ise yüzde 8'lik bir düşüşle listenin 63. sırasında bulunuyor. Sigara satışlarındaki en az düşüş ise Aydın, Muğla ve Yalova illerinde. Bütün illerde düşüş gözlenirken bir önceki yıla göre sigara tüketimindeki artışın olduğu tek il ise Amasya. Amasya'da yüzde 18'lik bir artış göze çarpıyor.

2008'de Türkiye genelinde 24 milyon paket sigara yakalanırken 2010'da bu rakam 75 milyon oldu. Aralık 2011 başı itibarıyla sadece Emniyet Kaçakçılıkla Mücadele Daire Başkanlığı birimlerince yakalanan paket sayısı 60 milyonu aştı. Buna Jandarma KOM, Sahil Güvenlik ve Gümrük verileri de eklenirse sayı oldukça fazla oluyor. Bütün bu operasyonlara rağmen kaçakçılığın bir türlü ardı arkası kesilmedi. Maliye verilerine göre Türkiye ekonomisi, kaçak sigaradan dolayı 2 milyar lira vergi kaybına uğradı. Sigara kaçakçılarına yönelik adli cezaların caydırıcı ve etkin olmaması ve kaçakçıların cüzi bedel ödeyip serbest kalmaları, kaçakçılığın önünün alınamamasında en büyük sebep.

Son aylarda sarmalık kıyılmış tütün, makaron (boş sigara tüpü) ve yaprak sigara kâğıdı kaçakçılığında da büyük artış gözlendi. Emniyetin 12 ilde yaptığı operasyonlarda 12 bin 500 makaron ve tonlarca sarmalık kıyılmış tütün yakalandı. Kanuna göre ticari amaçla sarmalık kıyılmış tütün üretenler ile satan veya satışa arz edenlere tütünün 50 kg'a kadar olması halinde 250 TL, 100 kg'a kadar olması halinde 500 TL, 250 kg'a kadar olması halinde 1.500 TL, 500 kg'dan fazla olması halinde ise 5 bin TL idari para cezası öngörülüyor.




27 Şubat 2012 Pazartesi

Cumhurbaşkanlığı'ndan 33 yıl sonra Diyanet'e ziyaret


İLYAS KOÇ ANKARA 04.02.2012

Cumhurbaşkanı Abdullah Gül, 6. Cumhurbaşkanı Fahri Korutürk'ten sonra Diyanet İşleri Başkanlığı'nı ziyaret eden ilk cumhurbaşkanı oldu.
Başkanlığa gelişinde binanın girişinde Diyanet İşleri Başkanı Mehmet Görmez tarafından karşılanan Gül, cuma namazını başkanlık binasının içindeki mescitte kıldı. Ardından Görmez'in makamına geçerek burada kısa bir konuşma yaptı.
Başkanlığın, kuruluşundan itibaren İslam dinini halka en iyi şekilde öğretmek için büyük bir gayret gösterdiğini ifade eden Cumhurbaşkanı, "Dinimizi hurafelerden uzak, berrak, öz, en doğru şekilde halkımıza öğretmek, nesillere yaymak Diyanet İşleri teşkilatının en önemli görevlerindendir." diye konuştu. Ziyaretinin Mevlit Kandili'ne rastladığını da hatırlatan Gül, vatandaşların kandilini de kutladı. Görmez de Cumhurbaşkanı'na Diyanet'in yurtiçi ve yurtdışı faaliyetleri hakkında geniş bir sunum yaptı. Kutlu Doğum Haftası çerçevesinde yapılacak etkinliklerden bahsetti. Sıcak ve samimi bir ortamda gerçekleşen ziyarette Gül'e hurma ve zemzem suyu ikram edildi. Gül'e ayrıca Peygamber Efendimiz'in (sas) şemailini anlatan Hattat Hüseyin Öksüz'e ait Hilye-i Şerif hediye edildi.


Canlı bombanın üstüne atlayan Hatice Belgin'in oğluna devlet sahip çıktı




İLYAS KOÇ ANKARA 11.12.2011

Bingöl'de canlı bombanın üzerine atlayarak hayatını kaybeden Hatice Belgin'in aynı saldırıda yaralanan oğlu Veysel'in durumu ağırlaştı.
Hava ambulansıyla Ankara'ya getirilen 11 yaşındaki Veysel'in babası Kadir Belgin, Dışkapı Hastanesi'nde hayata tutunmaya çalışan oğlu için dua istiyor. 17 yıldır evli olduğu eşiyle en son patlamadan yarım saat önce telefonla görüştüğünü anlatan Belgin, kendisine bu acıyı yaşatanlara öfke duyduğunu söylüyor: "Ne dünyada ne ahirette hakkımı helal etmiyorum."

Yaşadığı acıyı Zaman'a anlatan Kadir Belgin, patlama sırasında iki çocuğunun hafif yaralandığını, küçük oğlu Veysel'in ise beynine isabet eden şarapnel parçaları sebebiyle hayatî tehlikesinin devam ettiğini belirtti. Oğlu Veysel'i, Kalkınma Bakanı Cevdet Yılmaz'ın desteğiyle önceki gün hava ambulansı ile Ankara'ya getirdiklerini anlatan acılı baba, küçük Veysel'in sağ tarafının tamamen felç olduğunu ve konuşma fonksiyonlarını kaybettiğini belirtti. "Allah'tan umut kesilmez, ama doktorlar yaşama şansının az olduğunu söylüyorlar. Beynine saplanmış bir şarapnel parçası var. Doktorlar bu parçayı çıkarmanın mümkün olmadığını belirtiyorlar." dedi. Kendisine bu acıyı yaşatanlara büyük bir öfke duyduğunu kaydeden Belgin, "Ben dünyada ve ahirette onlara hakkımı helal etmiyorum." dedi.

Bingöl halkının geçmişten bugüne hep terör örgütünün karşısında olduğunu kaydeden Kadir Belgin, "Bingöl, Doğu ve Güneydoğu'da apayrı bir yerdir. Ancak Bingöl, Diyarbakır ve Tunceli arasında kaldığı için terör örgütü hep burayı ele geçirmek istemiştir. Bingöl halkı hiçbir zaman terörün yanında olmamıştır." ifadelerini kullandı. Atalarının Çanakkale'de şehit düştüğüne dikkat çeken baba Belgin şöyle konuştu: "Bu ülke öyle kolay kazanılmadı ki kolay kaybedilsin ve çapulculara bırakılsın. Yaşananları Türk-Kürt meselesi olarak görmek de yanlış. Biz Türkiye'de istediğimiz yere, ilçeye, köye gidip yer edinemiyor muyuz? Kim bana 'Sen Kürt'sün Ankara'ya gelemezsin' ya da 'herhangi bir ilçeye gidip işyeri açamazsın' diyebilir? Böyle bir şey var mı? Türkiye'de kim hangi haktan faydalanıyorsa ben de faydalanıyorum. Ben Kürt olduğum için ne ayrımcılık ne de üvey evlat muamelesi gördüm."



HALK, ÖRGÜTÜN RANT HESABINI BOZUYOR

Terör örgütünün büyük bir rant hesabı olduğunu ancak emellerine kavuşamadıklarını söyleyen Kadir Belgin, halkın buna büyük tepki gösterdiğini vurguluyor. Terör yandaşlarının, 'Tamamen yanlışlık oldu, bombanın orada patlamaması gerekiyordu.' gibi ifadelerle özür dilemeye çalıştığını belirten Belgin, "Elbette kimse bunlara inanmadı. Doğrusu neydi, bunu soruyoruz. Doğrusu askeri, polisi vurmak mı? Onlar bizim evlatlarımız değil mi? Onlar kendi memleketlerini bırakıp burada beni korumak için görevli değil mi? O askeri anası, babası Bingöl'e gönderiyorsa beni korumak için gönderiyor. Asker buraya turistik tatile gelmiyor ki. Terör yandaşlarına soruyorum: Doğru olan, beni korumaya gelen insanları öldürmek midir?"
Bingöl'de devletin yaptığı birçok hizmetin engellenmeye çalışıldığını ifade eden Belgin, patlamadan sonra hiçbir BDP'li yönetici ve milletvekilinin kendisine taziyede bulunmadığını kaydetti.



Camilere TSE standardı geliyor


İLYAS KOÇ ANKARA

Diyanet İşleri Başkanlığı 2012-2016 yılları arasında yapacağı faaliyetler için bir dizi stratejik plan hazırladı. Ciddi projelerin hayata geçeceği plan çerçevesinde camilerin belli kalite ölçülerini yakalaması için Türk Standardları Enstitüsü (TSE) ile ortak çalışma yapılacak.

Çalışma ile camiler daha fonksiyonel hale gelecek. Her yıl 50 caminin TSE standartlarında fonksiyonel olması için çalışmalar hızlandırılacak.
Plan çerçevesinde Diyanet, İslam'ı geniş kitlelere anlatmada ve din hizmetinin daha kaliteli sunumunda yeni bir vizyona göre hareket edecek. Din hizmetlerinin toplumun bütün kesimlerine ulaşması için başkanlık merkezinde irşat ekipleri oluşturulacak. Rahat okunan Kur'an-ı Kerim'ler bastırılacak vatandaşların hizmetine sunulacak, Cami derslerine etkinlik kazandırılarak din görevlileri cami dışı din hizmeti için teşvik edilecek. Hac ve umre hizmetleri etkinleştirilerek, hacda görevlendirilecek bayan din görevlisi sayısı artırılacak. Tartışmalara sebep olan öğrencilere yönelik umre hizmetlerinin geliştirilmesine hız verilecek.

Evde din hizmeti

Sağlık Bakanlığı'nın başarıyla yürüttüğü Evde Sağlık Hizmetleri'nin bir benzerini Diyanet de yapmayı planlıyor. Evde Din Hizmeti başlığıyla yürütülecek çalışmaya göre evde sürekli bakıma muhtaç olan engelli, yaşlı ve hastalara yönelik din hizmeti sunulacak. Ayrıca illerde ve nüfusu 50 binin üzerinde olan ilçelerde işitme engellilere hizmet verecek en az bir personel bulundurulacak. Toplumdaki ahlaki yozlaşmanın önüne geçmek için Diyanet daha etkin çalışmalar yapmayı hedefliyor. Bu kapsamda gençlere yönelik dinî konuları içeren bir roman serisi, çocuklar için ise çizgi filmler hazırlanacak.



Türkçedeki önemli eserlerin yabancı dillere, yabancı dillerdeki eserlerin ise Türkçeye çevrilmesi çalışmalarına hız verilecek. ABD'de cami, araştırma merkezi, sosyal ve kültürel alanları da içeren bir kültür merkezi açılacak.

Merkezî ezan sistemi kademeli olarak kalkacak

Diyanet, 28 Şubat uygulaması olduğu eleştirilen merkezî vaaz ve ezan uygulamasında sınırlandırmaya gidecek. Buna göre 2016 sonuna kadar camilerin yüzde 50'sinde yüz yüze vaaza, yüzde 30'unda ise ezanın kendi görevlileri tarafından okunması uygulamasına geçilecek. Ayrıca din görevlilerinin hutbelerini kendilerinin yazmaları için seminer ve kurs uygulaması başlatılacak. Yine bu dönemde bir Kur'an-ı Kerim müzesinin kurulması planlanıyor.

12 Eylülde işkence yapmadığı için işkence gören yüzbaşı, davaya müdahil oluyor




İLYAS KOÇ ANKARA

12 Eylül darbesi sırasında Sıkıyönetim 2 Numaralı Askerî Cezaevi Müdürü olarak görev yapan Bektaş Tufan Güneş, 12 Eylül davasına müdahil olmak için başvuruda bulundu. Kıbrıs gazisi, Topçu Kıdemli Yüzbaşı Güneş, cezaevindeki işkenceye ve insan hakları ihlallerine karşı çıkarak istifa etmişti. Güneş, cezevinde işkence yaptırmadığı için istifasından sonra kendisine işkence yapıldığını söylüyor.

12 Eylül darbecilerinin yargılanacağı 4 Nisan'da başlayacak davaya ilginç bir müdahillik başvurusu yapıldı. Darbe döneminde Erzurum-Ağrı-Kars ve Artvin'deki askerî cezaevlerinde müdür olarak görev yapan Kıdemli Topçu Yüzbaşı Bektaş Tufan Güneş, davaya müdahil olmak için mahkemeye dilekçe verdi. Güneş, görev yaptığı cezaevlerinde işkenceye karşı çıktığı için istifa etmek zorunda kaldığını belirtiyor ve ekliyor: "Daha sonra Kıbrıs gazisi payeme bakılmaksızın apar topar yakalanarak işkenceye maruz kaldım."

Yüzbaşı Güneş, cezaevi komutanı olarak görev yaparken işkencelere ve insan hakları ihlallerine karşı çıktığını ve bu tür uygulamalara izin vermediğini belirtiyor. Bundan dolayı hedef yapıldığını söyleyerek "Silahlı Kuvvetler'de bu tür bir mücadele verdiğim ve işkenceye izin vermediğim için damgalanmıştım." diyor. Güneş, üst makamlardan gelen işkence emirleri sebebiyle istifasını sunar ve izin alarak İngiltere'deki kardeşinin yanına gider. Ancak istifa talebine hiçbir cevap verilmeden Dışişleri Bakanlığı'nın bir talimatıyla sorgusuz sualsiz pasaportuna el konulur.



O dönem yaşadıklarını anlatırken gözleri dolan Yüzbaşı Güneş, "Benim yüzbaşı ve gazi subay olduğumu biliyorlardı, sıkılmadan da 'Türk vatandaşı olup olmadığını kontrol edin' dediler. Kıbrıs'ta savaşmış bir gazi olarak bu çok onuruma dokundu." diye konuşuyor. Havaalanında bir terörist gibi karşılandığını ifade ederek, "Keşke vücuduma daha fazla işkence yapsalardı da bu soruyu sormasaydılar. Sebep neydi? Cezaevi komutanı iken işkence yaptırmamam ve istifa dilekçesi sunmam." değerlendirmesini yapıyor. Yüzbaşı Güneş, Ankara'da işkenceye alınır. Gözleri ve elleri bağlanır. 60-70 kişinin tıkıldığı daracık mekânlarda rütbe ve gazilik payesine bakılmaksızın kendisiyle alay edilir. Üstelik istifasına cevap da verilmediği için hâlâ muvazzaf bir subaydır. Yaşadıklarını bir asker için onur kırıcı olarak niteleyen Güneş, "Ben cezaevi komutanı iken bunlara karşı çıktığım için kaderin garip bir cilvesi olarak şimdi kendisine işkence yapılan kişi oldum. Gözlerimin önünde insanların biçilmiş ekin gibi o sadist kişilerin ellerinde uğradıkları işkencelere şahit oldum." şeklinde konuşuyor.

İşkence odasından kurtuluşu ise tamamen bir tesadüftür. Kıbrıs'taki başarılarını ve adını bilen bir polisin kendisini tanımasıyla oradan çıkarılır. Kısa bir süre sonra da istifa süreci netleşir ve ordudan ayrılır. Müstafi Yüzbaşı Güneş, Ankara 12. Ağır Ceza Mahkemesi'ne sunduğu dilekçede şu ifadelere yer verdi: "...Aradan 32 yıl geçmiş olmasına rağmen kalıcı izleriyle bugün de devam etmekte olan mağduriyetim nedeniyle 12 Eylül dönemine ilişkin davaya müdahil olarak katılmak arzusundayım."



Sigara yasağı böyle deliniyor: İşletmelere kesilen cezaları sigara firmaları ödüyor





İLYAS KOÇ ANKARA

4 yıl önce başlayan Dumansız Hava Sahası projesi, uygulamada yaşanan ihmal ve sigara üreticilerinin yasayı delmesi nedeniyle yeterince hayata geçirilemiyor. Müşteri kaybetmek istemeyen firmaların, bazı işyerlerine naylon branda ve tente aldığı iddia edildi. Sigara içilen işletmelere kesilen cezaları sigara lobisinin ödediği ve belediyelerin denetimleri göstermelik yaptığı öne sürüldü. 

'Tam Dumansız Hava Sahası' uygulaması kapsamında kapalı alanlara getirilen sigara içme yasağı, denetim eksikliği yüzünden deliniyor. Sigara içilen işletmelere kesilen para cezalarını da sigara lobisi ödüyor. İddianın sahibi, Sigara ve Sağlık Ulusal Komitesi Başkanı Prof. Dr. Elif Dağlı. Projenin uygulanmasında yaşanan sorunları Başbakan Tayyip Erdoğan'a yazdığı mektupta anlatan Dağlı, müşteri kaybetmek istemeyen sigara firmalarının, bazı işyerlerine naylon branda ve tente bile yaptırdığını aktarıyor. Türkiye Yeşilay Cemiyeti Başkanı Muharrem Balcı da iddiaları doğruluyor. Sigara sektörünün Türkiye'de büyük yatırımlar yaptığını ve küçük işletmelere bu şekilde sponsor olduğunu ifade ediyor.

Dağlı'nın Başbakan Erdoğan'a gönderdiği mektuptaki verilere göre tütün kullanımı son iki yılda yüzde 15 oranında azalırken, acil hastalık başvurularında ise yüzde 20 oranında düşüş gözlendi. Kapalı alanda sigara içmeyen vatandaşların içtikleri sigara sayısını azaltmaları veya sigara içmekten vazgeçmeleri üzerine 2009 yılında 107,55 milyon adet olan yıllık sigara tüketimi 2010 yılında 93,355 milyona indi. 2011 yılının ilk dört ayında düşme trendinin devam ettiği görüldü. Bütün bu gelişmelere rağmen kanundaki birçok eksikliğin giderilemediğine ve bu eksikleri fırsat bilen bazı işletmelerin yasağı deldiğine dikkat çeken SSUK Başkanı Dağlı, yasağın sigara lobisi tarafından delindiğini belirtiyor. Birçok işletme sahibinin 'kapalı alan' tanımını çarpıtarak işyerlerine açılır-kapanır naylon branda ve cam mekanizmaları yaptırttığını hatırlatan Dağlı, "Bu sistemleri sigara lobisi finanse ediyor. Kesilen cezaları sigara firmaları ödüyor. Sigara denetimlerinden önce işletmelere haber veriliyor." iddialarına yer veriyor. Mektupta denetimlerde belediyelerin işbirliği yapmadığı ve bazı işyerlerine denetimden önce haber verildiği ifade ediliyor. Kesilen cezaların bir kısmının da tahsil edilmediği ve kapatma cezası olmadığı için para cezalarının da caydırıcı olmadığı vurgulanıyor.


Türkiye Yeşilay Cemiyeti Başkanı Muharrem Balcı da söz konusu iddiaları doğruluyor. Sigara sektörünün Türkiye'de çok büyük yatırımlar yaptığını ve küçük işletmelere bu şekilde sponsor olduğunu ifade eden Balcı şöyle konuşuyor: "Bu kahvehane ve dükkânların bu yatırımı yapacak güçleri olmadığını düşündüğüm için böyle söylüyorum. Belediyeler buna göz yumuyor. O dükkânların naylon branda yapma hakları yok. Bir kere kanuni engel var burada. Özellikle araç trafiğine kapalı olan bütün caddelerde bu naylon brandalardan var. O sokakları kullanan vatandaşlar belediyeleri mahkemelere şikâyet etseler bütün belediyeler ceza alır. Ben de insanlara bu yolu teşvik edeceğim." Öte yandan Hacettepe Üniversitesi Halk Sağlığı Anabilim Dalı'nın yaptığı araştırmada yasanın ikinci aşama uygulamasından sonra yapılan ölçümlerde havada partikül miktarında düşme saptandı. Buna göre, kafe, pastane ve kahvehanelerin yüzde 55'inde, lokantaların yüzde 31'inde kapalı ortam hava kalitesinde düzelme olduğu belirtildi. Sanayi ve Ticaret Bakanlığı'nın verileri ise yasaktan, işletmelerin zarar görmediğini ortaya koydu. Buna göre 2010 yılında 15 bin 739 kahvehane açılırken, 7 bin 956'sı kapandı. Alışveriş merkezlerinin ciroları ise 2009 yılında yüzde 5,5 oranında arttı.